Page 57 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 3
P. 57

Aytaç Yüksel- Duygu Barut


            tehlikeye atmaksızın karşılamak olarak tanımlanmıştır (Güneş 2021:333; Yıldırım
            ve Nuri 2018:9). Sürdürülebilir kalkınmayı küresel düzeyde ilk defa tanımlayan
            ve  ayrıntılandıran  çalışma  olması  bakımından  önem  taşıyan  ve  Stockholm
            Beyannamesi’nin  merkezinde  yer  alan  “insan  çevresi”  yaklaşımından  çevre
            ve kalkınma kavramlarını merkeze almaya yönelik bir eksen kaymasını ifade
            eden (Boyar 2020:1928-1929) Brundtland Raporu; ortaya koyduğu tanıma ek
            olarak sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen sağlıklı ve yeterli bir çevre hakkı
            tanımlaması  ile  sınır  aşan  doğal  kaynaklar  ile  ilgili  devletlere,  uluslararası
            toplumu bilgilendirme yükümlülüğü vermesi başta olmak üzere bir dizi hukuk
            ilkesi belirlemesi bakımından da önem taşımaktadır (Skalar 2015:25-26). “Ortak
            kaygılar”,  “Ortak  zorluklarımız”  ve  “Ortak  çabalarımız”  olarak  adlandırılan
            üç ana bölümden oluşan (Yıldırım ve Nuri 2018:9) Rapor ayrıca yoksulluğun
            ortadan  kaldırılması,  doğal  kaynaklardan  yararlanmada  eşitliği,  nüfus  artış
            hızının  kontrol  altına  alınmasını  ve  çevre  dostu  teknolojilerin  geliştirilmesini
            sürdürülebilir kalkınma ilkesi ile doğrudan ilişkilendirmektedir (Skalar 2015:26;
            Yıldırım  ve  Göktürk  2004:450).  Rapora  göre,  ekoloji  ve  ekonomi  arasındaki
            determinist ilişkiyi sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasını, çevresel hedefler
            ile  ekonomik  hedeflerin  uyumlaştırılmasına  bağlamaktadır.  Çevre  koruma,
            ekonomik  büyüme  ve  sosyal  eşitlik  olarak  belirlenen  bu  üç  bileşenin,
            sürdürülebilirliğin  üç  temel  direğini  oluşturduğunu  ileri  süren  Rapor’a  göre
            bunlardan birinin zayıf kalması halinde mevcut sistemin sürdürülemez olduğu
            düşünülmektedir (Yıldırım ve Nuri 2018:10).
               Nihayet  11  Aralık  1987  tarihinde  Birleşmiş  Milletler  Genel  Kurulu’nca
            Brundtland  Raporu  kabul  edilmiş  ve  sürdürülebilir  kalkınmaya  ilişkin
            uzun  dönem  stratejilerinin  belirlenmesi  gündeme  alınmıştır.  Stockholm
            Konferansı’nın  yirminci  yılında  bir  konferans  düzenlenmesi  tartışılmaya
            başlanmış ve konferansın konusu çevre ve kalkınma olarak belirlenmiştir (Skalar
            2015:28).  22  Aralık  1989  tarihinde  ise,  Birleşmiş  Milletler  Genel  Kurulu’nun
            “ekolojik felaket” uyarısında bulunması ve Brezilya’nın konferansa ev sahipliği
            yapması önerisi üzerine, çevre ve kalkınma üzerine gelişmekte olan ülkelerin
            gereksinimlerini de dikkate alarak uluslararası çevre hukukunun geliştirilmesi
            amacını da taşıyan bir BM Konferansı düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak
            her ne kadar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin menfaatleri uyumlaştırılmak
            istenilse de Brundtland Raporu’ndan sonra da sürdürülebilir kalkınma ilkesinin
            gelişmekte olan ülkeler üzerinde bir tahakküm aracı olduğu ve sürdürülebilir
            kalkınmanın her devlete hitap etmediği tartışmaları devam etmiştir (Cordonier
            Segger  ve  Khalfan  2004:19;  Boyar  2020:1929).  Bu  ikileme  yönelik  uzlaşma
            arayışları  ve  yukarıda  bahsedilen  22  Aralık  1989  tarihli  Karar,  1992  yılında
            Brezilya’nın Rio şehrinde Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın






            42  Çevre, Şehir ve İklim Dergisi
   52   53   54   55   56   57   58   59   60   61   62