Page 117 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Özel Sayı
P. 117

Zehra Kavaklı Karataş


                1. Giriş

                Çölleşme,  insan  faaliyetleri  ve  iklim  değişikliklerinin  bir  sonucu  olarak
              kurak, yarı kurak ve kuru yarı nemli bölgelerdeki arazilerin bozulması olarak
              tanımlanmaktadır  (Ma  and  Zhao,  1994).  Dünya  kara  alanının  üçte  birinden
              fazlasını kapsayan kurak alan ekosistemleri, aşırı sömürü ve yanlış arazi kullanımı
              nedeniyle çölleşmeye maruz kalmaktadır (UNEP, 1992). Bu nedenle çölleşme
              dünyanın  en  önemli  çevresel  ve  sosyoekonomik  sorunlarından  biri  olarak,
              toprak verimliliğinin azalması ve bitki örtüsünün bozulması yoluyla bölgesel
              ekolojik  güvenliği  tehdit  etmekte  ve  ulusal  düzeyde  ekonomik  kalkınmayı
              sınırlandırmaktadır (Helldén and Tottrup, 2008; Xu and Zhang, 2021). Birleşmiş
              Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi (UNCCD) raporuna göre, kurak
              alanların yaklaşık %10-20’si bozulmuş durumdadır ve çölleşmeden etkilenen
              toplam  alan  6  ila  12  milyon  km²  arasında  değişmektedir.  Kurak  alanlarda
              yaşayan insanların yaklaşık %1-6’sı çölleşmiş alanlarda yaşarken, bir milyardan
              fazla insan ise çölleşme tehdidi altında bulunmaktadır.
                1970’li  yıllarda  çölleşme  kavramı  ile  ilgili  çalışmalar  Birleşmiş  Milletler
              tarafından  başlatılmış  olup,  nüfusun  hızlı  artışı  arazi  kullanımındaki  ve
              sosyoekonomik  değişikliklerle  giderek  önem  kazanmıştır.  Bu  bağlamda  bu
              konu ile ilgili mücadelede öncülük edecek ve çözümler sunabilecek ve yeni
              yaklaşımlar getirebilecek uluslararası bir komitenin kurulmasına karar verilmiş
              ve çölleşme tehlikesi altındaki ülkelerde “Çölleşme ile Mücadele Konseyini
              (UNCCD)”  oluşturulmuştur  (United  Nations,  1994).  İlk  kez  1992  yılında  192
              ülkenin imzası ile kabul edilen Çölleşme ile mücadele sözleşmesi yayınlamış
              ve  2009  yılında  193  ülke  taraf  olmuştur.  Türkiye  ise  1998  tarihi  itibarıyla
              “Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’ne (UNCCD) resmen
              taraf olmuştur (Mutlu ve ark., 2013).
                Türkiye’de çölleşme genellikle yanlış arazi kullanımı, aşırı otlatma, orman
              yangınları, kentleşme, sanayi, genetik erozyon, toprak erozyonu, tuzlanma ve
              kontrolsüz yabani bitki toplama nedeniyle oluşur. Türkiye, biyolojik çeşitlilik,
              tarımsal potansiyel, yüksek nüfus, sosyal ve ekonomik yapı, topoğrafik faktörler
              ve stratejik bölgesel konumu nedeniyle çölleşme açısından küresel olarak özel
              bir yere sahiptir (Camci ve ark., 2007). Uzuner ve Dengiz (2020)’ e göre Türkiye
              arazilerinde  ciddi  bir  oranda  organik  madde  eksikliği,  tuzluluk-alkalinite,
              erozyon ve biyolojik üretkenliğin kaybı gibi toprak sorunları nedeniyle bozulma
              ve çölleşme sorunu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de su ve toprak kaynaklarının
              kalitesi  özellikle  tarım  alanlarında  hızlı  nüfus  artışı  ve  sanayileşmenin  yanı
              sıra  teknolojiye  taleplerdeki  artış  ve  sosyoekonomik  ve  yasal  koşullardaki
              değişikliklerden  etkilenmiştir.  Bu  nedenle  iklim  değişikliğinin  çölleşme
              üzerindeki  etkileriyle  başa  çıkmanın  en  temel  yolu  çölleşme  süreçlerinin
              izlenmesidir (Türkes, M. (1999).



              116  Çevre, Şehir ve İklim Dergisi
   112   113   114   115   116   117   118   119   120   121   122