Page 37 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 4
P. 37
Seda Kundak
1. Giriş
Kentsel dönüşüm kavramının karşılık geldiği yasal araçlar ve uygulama
yöntemlerine ilişkin ekonomik yapısal değişimler ve kentlerin büyüme
biçimleri anlamında sayısız derinlemesine araştırma ve bulgular bulunmaktadır.
Görgülü vd. (2006) çalışmalarında Türkiye’nin kentsel dönüşüme karşılık gelen
süreçleri dört dönemde incelemektedir. 1960’lara kadarki dönem yeniden
geliştirme ve kentsel yenileme şeklinde tanımlanırken, 1960-1970 arasındaki
dönemde sağlıklaştırma çalışmaları da bu yaklaşımlara eklenmiştir. 1970-
1990 arasındaki dönem kamu-özel işbirliği çerçevesinde gayrimenkul eksenli
dönüşümün yaşandığı dönem ve 1990’lardan sonraki dönem ise toplumun
dönüşüm aktörlerinden biri olarak “tekrar hatırlandığı” dönem şeklinde tarif
edilmiştir. Kentsel dönüşümün sadece inşa faaliyeti olarak ele alınmasına
ilişkin değerlendirme çalışmaları ve eleştiriler bulunmaktadır (bkz. Ataöv
ve Osmay, 2007). Oysa ki kentsel dönüşümün yalnızca yapısal yenileme
anlamında değil, sosyo-ekonomik bileşenleriyle ele alınarak, geniş çaplı
ve bütünleştirici kazanımları hedefleyen bir yapıda olması beklenmektedir
(Tekeli, 2003; Köktürk ve Köktürk, 2007). Kentsel dönüşüm uygulamalarının bir
anlamda elini zayıflatan kısım bu noktada öne çıkmaktadır. Konu olan kentsel
dönüşüm alanına ilişkin hedef ve tasarımlara yönelik içi tutarlılık sağlanmasına
karşı, bu uygulamaların sosyal konut, kent makroformu ve altyapı sistemleriyle
yeterince desteklenmemesi birçok örnekte görüldüğü gibi sorunların hem
mekânsal hem de zamansal olarak ötelenmesine neden olmaktadır. Afetlerin
etkilerinin incelendiği derinlemesine araştırmalarda yıkım ve zararların
kök nedenlerini bulmaya ve çözümlemeye ilişkin yöntemler izlenmektedir
(bkz FORIN Projesi, 2011). Benzer yaklaşımların kentsel dönüşüm alanları
üzerinden kurgulanarak ele alınması, sorunu oluşturan etkenlere doğru ve
kapsamlı müdahaleler geliştirilerek kent bütünü içerisindeki mekânsal, sosyal
ve ekonomik dengesizliklerin önüne geçebilir.
Her ne kadar 1999 Marmara depremleri öncesinde sayısız yıkıcı afet
yaşanmış olsa da, kentsel risklerin azaltılmasını hedefleyen net bir yaklaşım
görülmemektedir. Bu durum Türkiye özelinde bir eleştiri olmaktan öte, belki de
tüm dünyada 2000’li yıllara kadar süregelmiş olan genel eğilimin bir yansıması
olarak ifade edilebilir. Banerjee’nin (1992) bir konuşmasında belirtmiş olduğu
gibi: “… şehirler her türlü amaç göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır
(....) ancak deprem felaketlerini en aza indirecek şekilde tasarlanmış bir
şehir kaydı yoktur.”. Risk azaltma çerçevesinde 1990’larda başlayan Doğal
Afetlerin Etkilerinin Azaltılması Uluslararası On Yılı’nı (Birleşmiş Milletler,
1989) takip eden dönemde, Yokohama Stratejisi (Birleşmiş Milletler, 1994),
Binyıl Kalkınma Hedefleri (Birleşmiş Milletler, 2000), Hyogo Çerçeve Eylem
Planı (Birleşmiş Milletler, 2005), Kyoto Protokolü (Birleşmiş Milletler, 1997),
22 Çevre, Şehir ve İklim Dergisi