Page 41 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 3
P. 41
Ruşen Keleş
Çevreyle ilgili çalışmalar yapan kuruluşların başında Birleşmiş Milletler
Örgütü’nün, UNESCO, HABITAT, UNEP, WMO, WHO, UNDP gibi uzmanlık
kuruluşları gelmektedir. Avrupa çapındaki kuruluşlar arasındaysa, Avrupa Birliği,
Avrupa Konseyi ve Avrupa Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD).
Zaman zaman NATO’nun bile çevre konularıyla ilgilendiği görülebiliyor.
Uluslararası çapta etkinliklerde bulunan Yeşil Barış ve benzeri sivil tolum
örgütlerinin çalışmaları da gözden uzak tutulmamalıdır.
Çevre sorunlarının bir bölümü yalnız kentsel yerleşim yerlerini ilgilendiren
sorunlar oldukları halde, kimileri bölgesel, kimileri de küresel nitelik
taşımaktadırlar. Küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi, ormansızlaşma ve
çölleşme, radyoaktif kirlenmeler, iklim değişmeleri, sulak alanların daralması,
zehirli ve tehlikeli atıkların ülkeden ülkeye taşınması, biyolojik çeşitliliğin
azalması gibi sorunlar bunlar arasındadır. Bunların tümü, gerekli önlemler
alınmadığı ya da yeterince uygulanmadığı takdirde tüm insanlığı ve ekosistemi
tehdit edebilecek boyutlara ulaşmaktadır.
Küresel nitelikte olan çevre sorunlarının süreklilik niteliği, “çevresel güvenlik”
kavramını gündeme getirmiştir. Çevresel güvenliğin sağlanması, uluslar arasında
çok yakın bir işbirliği yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Güvenlik kavramı, günümüzde
geleneksel sınırlarının içinde sıkışıp kalmaktan geniş ölçüde çıkmıştır. Bugün artık,
çevresel bunalımlar da ulusların güvenliğinin ayrılmaz parçası durumuna gelmiştir.
Çünkü, yaşanılan çevre ve bir bütün olarak ekosistem yerel, bölgesel, ulusal ve
küresel nitelikte pek çok tehditle karşı karşıya kalınca, ister istemez güvenlik
kavramının da sınırlarının genişlemesi kaçınılmaz duruma gelmiştir.
Bu nedenle, 1970’li yıllardan başlayarak, ulusal güvenlik kavramının “çevresel
öğeleri de içerecek biçimde” genişletilerek, yalnızca ulusal politikaların
oluşturulmasında kullanılmakla yetinilmediği, aynı zamanda, uluslararası hukuk
belgelerinde de bu doğrultuda düzenlemeler yapıldığına tanık olmaktayız.
Söz konusu sorunlar arasında insanlığın bugününü ve geleceğini en çok
tehdit edenin iklim değişikliği olduğu çok açıktır. Bir yazarımızın da çok haklı
olarak belirtmiş olduğu gibi, “Mevsimler geçmiş yıllarda birbirlerinden bıçakla
kesilmiş gibi ayırt edilebiliyorlardı. Oysa günümüzde, yazları, kışları, baharları
birbirlerinden ayırmaya olanak yok. Ünlü kompozitör Vivaldi bugün hayatta
olsaydı, ünü tüm dünyaya yayılmış olan Dört Mevsim adlı şaheserini yeniden
yaratmakta her halde büyük güçlük çekerdi.”
Türkiye, büyük bir iyi niyetle, bu konularla ilgili Bakanlığının adına çok
yakınlarda ”İklim Değişikliği” ibaresini de eklemiş bulunuyor. Çevre kavramı
içinde anlamsal olarak zaten var olan ve Bakanlığın adının biraz daha uzatılması
sonucunu doğuran bu değişikliğin beklentileri karşılamakta yeterli olup
olmadığı, bu doğrultuda atılacak adımların niteliğine bağlı olacaktır ki bunu
da zaman gösterecektir.
26 Çevre, Şehir ve İklim Dergisi