Page 164 - Çevre Şehir İklim - Sayı 2
P. 164
Yeniden İşlevlendirilen Tarihi Binaların
Dirençli Şehirlere Katkısı: Manisa Kurşunlu Han Örneği
Direnç kavramının genel olarak kabul edilmiş bir tanımı yoktur. Kullanım
alanının genişliğine bağlı olarak kavrama yeni anlamlar yüklenmektedir.
Kavram çevre bilimlerinde Holling tarafından ilk kez 1973 yılında kullanılmış
olup direnç, “bozulmadan önceki kendisini oluşturan elementler arası ilişkiyi
kaybetmeksizin bozulma ve değişimi karşılama kabiliyeti” olarak tanımlanmıştır
(Holling, 1973: 14)
Ekolojik olayların yoğun olarak gündeme gelmesi direnç kavramının kent
alanında kullanımını da yaygınlaştırmıştır. Kavram, kentsel alanda ağırlıklı
olarak sürdürülebilirlik ile ilişkilendirilip, iklim değişikliği ve afet riskleri
bağlamında kentsel planlama yaklaşımı çerçevesinde ele alınmıştır. Kentlerin
çevresel felaketler ile karşılaşmalarının öncesinde ve sonrasındaki planlanması
ile kentsel direnç yaratılması amaçlanmaktadır. Sürdürülebilirlik, ekonomik
kalkınma ve yönetişim gibi kentsel amaçlarla birlikte direnç kavramının ilişkisi
kurulduğunda, kent sisteminin bilgi ve kaynak aktarma kabiliyeti bakımından
kentin planlanmasında dirençli bir kent yaratmanın önemi açıktır (Desouza ve
Flanery, 2013: 89).
Kentsel direnç yaratmada tasarım, planlama ve yönetim konuları öne
çıkmaktadır. Direnç kavramı sürdürülebilirlik, kırılganlık, uyum, adaptasyon
ve benzeri diğer kavramlarla ilişkisi bağlamında kullanılmaktadır. Bazı
kaynaklarda direnç ve sürdürülebilirlik benzer kavramlar olarak değerlendirilse
de “direnç” kavramında sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınmaya göre
var olan sistemin eksikliklerine/yetersizliklerine meydan okuma daha açıktır.
Tersine sürdürülebilirlik yalnızca onları ayakta tutacak kadar yeterli olabilmeyi
ima etmektedir. Direnç, sürdürülebilirliğe göre güvenlik ile daha güçlü bir
bağa sahip olması nedeniyle daha geniş bir çerçevede kullanılabilmektedir
(Kavanoz, 2020: 7).
b. Kentsel Dirençlilik
21.yüzyılın beraberinde getirdiği belirsizlikler dünyayı nasıl risklerin beklediği
konusunda bilim insanlarını öngöremez hale getirmiştir. Deprem, sel baskını,
terör saldırısı, çevrenin tahribi, kıt kaynakların azalması, iklim değişikliği,
sosyo-politik istikrarsızlıklar ya da son yıllarda yaşadığımız pandemi hep bu
belirsizlerin sonuçları olarak düşünülmektedir. Kentler barındırdıkları yüksek
nüfusları ile risklerin en yüksek olduğu yerler olarak kabul edilir. Tüm bu riskleri
yönetebilmek amacıyla “kentsel dirençlilik” kavramı kentsel politikaların tam
da odağına oturmuştur (Gülhan, 2022).
1950’li yıllardan itibaren kentlerde yaşayan nüfus hızla artmaktadır. 1950’de
dünya nüfusunun %30’u kentlerde yaşarken 2020 yılı itibarı ile bu oran %57’ye
ulaşmıştır. 2030’da dünya nüfusunun %60’ının, 2050 yılında ise yaklaşık %70’inin
kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir (Gerçek, 2021: 42).
Yıl 1 / Sayı 2 / Temmuz 2022 150