Page 299 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 4
P. 299
Mahmut Bilgehan
Giriş
Kentler, bünyesinde barındırdığı geniş olanaklar nedeniyle ülke nüfusunun
büyük bölümü tarafından daha cazibeli alanlar olarak görülmektedir. Günümüzde
kentlerin sunmuş olduğu imkân ve fırsatlar, insanları kırsal alan yerine kentlerde
yaşamaya yönlendirmekte; bunun doğal sonucu olarak da kent yaşamı içerisindeki
tehlike ve riskler gün geçtikçe daha fazla insan tarafından paylaşılmaktadır.
Türkiye’nin afetlere neden olabilecek deprem, taşkın, heyelan vb. doğal tehlikeleri
barındıran bir coğrafya üzerinde bulunması sebebiyle, kentlerimizin pek çoğu
bu tehlikelerden kaynaklanabilecek çeşitli düzeylerdeki riskleri taşımaktadır.
Son olarak meydana gelen 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri Türkiye
açısından en büyük riskin deprem olduğu gerçeğini göstermiştir.
Kentlerimizde oluşan tehlike ve risklerin olumsuz etkilerinin azaltılabilmesi,
risk yönetimi faktörlerinin kent yapılanmasına titizlikle uygulanması ile mümkün
olacaktır. Tam da bu noktada, afete dirençli planlama yaklaşımının önemi ortaya
çıkmaktadır. Kentsel risklere yönelik kararların ve önlemlerin afetler öncesinde
alınmaması durumunda, yerleşimleri oluşturan yapılar, yeşil alanlar, okullar,
hastaneler, karakollar, camiler gibi ortak kullanım alanları, sanayi ve diğer
çalışma alanları, doğalgaz hatları, yollar ve benzeri yapıların tümü üzerindeki
riskler ve afetlere karşı zarar görebilirlik artmaktadır. Hasar görebilirliği artıran
faktörlerin başında özellikle jeolojik açıdan sakıncalı alanlar üzerinde düzensiz,
plansız ve yoğun yapılaşma gelmektedir. Bu nedenle planlama ve yapılaşma
ile ilgili stratejiler ve politikaların “afete dirençli yapılaşma ve şehir planlama”
kapsamında ele alınması önem taşımaktadır (Türkoğlu, 2014).
Aktif deprem kuşağında yer alan Türkiye’de birçok deprem meydana gelmiş,
yaşanan bu depremlerde çok sayıda can kaybı yaşanmıştır. Türkiye’de derin izler
bırakan bu doğal afetlerden sonra mevcut yapı stokunun güvenilirliği tartışma
konusu olmuş ve Türkiye’nin gündemini oluşturan önemli maddelerden birisi
haline gelmiştir. Mevcut yapı stoku ile ilgili incelemeler, araştırmalar ve bulgular
çeşitli dönemlerde yayımlanmış ve konu hakkındaki bilgi birikimi düzeyinin
arttırılması amaçlanmıştır. Yapılan çalışmalardan elde edilen bulgularla, mevcut
durumun vahameti birçok tedbir almayı gerektirmiştir. Bu kapsamda yapıların
olası bir depremde nasıl davranacağının tespitinin yapılabilmesinin gerekliliği
ortaya çıkmış ve 2007 yılında yayınlanan Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar
Hakkında Yönetmelik’te (DBYBHY) bu konu ilk kez ele alınmıştır (DBYBHY, 2007).
DBYBHY’nin riskli binaların tespiti ve değerlendirilmesi konusunda hem yüksek
maliyeti hem de fazla zaman alması nedeniyle 2012 yılında 6306 sayılı Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yayımlanmış ve bu kanunun
Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar isimli ekinde tespitler sırasında
kullanılacak kurallar belirlenmiştir (Riskli Yapı Yönetmeliği, 2012). Türkiye’de şu
an itibariyle bulunan yaklaşık 19 milyon konuttan, 2000 yılından sonra yapılan 5
milyon konut dışındaki 14 milyon konutun mutlaka afet riski yönünden incelenmesi
284 Çevre, Şehir ve İklim Dergisi