Page 113 - Çevre Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 4
P. 113
Cenk Alhan-Mert Hacıemiroğlu
Giriş
Dirençli yerleşim, karşılaştığı doğal afetler ve krizler karşısında direnç
gösterebilen ve bu sayede günlük yaşantısına kesintisiz devam edebilen
yerleşim olarak tanımlanabilir (Aydın, 2022). Sürdürülebilir bir kalkınmanın
sağlanabilmesi, ancak afetlere karşı kırılgan olmayan dirençli şehirlerin
oluşturulması ile mümkündür (Erdoğan vd., 2022). Yapı malzemesinin üretimi ve
taşınması, yapımında kullanılan hammadde ve enerji ile tüm bu aşamalarda ve
özellikle yıkıma bağlı olarak ortaya çıkan atıkların oluşturduğu olumsuz çevresel
etkiler (Esin, Coşgun ve Aydın, 2013) dikkate alındığında, yapıların ekonomik
ömrünü tamamlamadan bir deprem nedeniyle kullanılmaz hale gelmesi her
bakımdan istenmeyen bir neticedir. Tüm bu olumsuzlukların yaşanmaması,
sürdürülebilir ve doğal afetlerin en büyüğü olarak nitelendirilebilecek
depremler karşısında dirençli şehirlerin oluşturulması ancak depreme dayanıklı
yapıların tasarlanması ve inşa edilmesi ile mümkündür.
Diğer taraftan, bir yapının depreme dayanıklı olarak tasarlanmış olması,
o yapının depremde hemen hemen hiç hasar görmeyeceği veya deprem
sonrasında işlevini kesintisiz olarak yerine getirebileceğini garanti etmez.
Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’ne (TBDY, 2018) göre de yeni yapılacak ve
kullanım amacı konut olan klasik taban-ankastre binalar (yüksek binalar hariç)
için, tasarım deprem yer hareketi düzeyinde (DD-2) normal performans hedefi
“Kontrollü Hasar” yani “can güvenliğini sağlamak üzere bina taşıyıcı sistem
elemanlarında çok ağır olmayan ve çoğunlukla onarılması mümkün olan hasar
düzeyi”dir. Zaten klasik depreme dayanıklı yapı tasarımı felsefesi kapsamında
deprem enerjisinin bir kısmı, yapısal elemanlarda ortaya çıkan hasarlar
vasıtasıyla tüketilmektedir. Ancak, yaşanılan depremlerden sonra ortaya çıkan
manzara göstermiştir ki, bu tasarım yaklaşımı ile can güvenliği sağlanabilse
dahi şehirlerin hızlıca toparlanması ve günlük yaşamın kesintisiz devam etmesi
mümkün olamamaktadır. Bu durumda, dirençli şehirlerin oluşturulmasında
daha yüksek deprem performansı sağlayabilen alternatif depreme dayanıklı
yapı tasarımı yöntemlerine ihtiyaç vardır. Bu yöntemlerin başında hem dünyada
hem de Türkiye’de giderek popülerlik kazanan sismik izolasyon gelmektedir.
Sismik izolasyon, yatayda esnek, düşeyde ise rijit mesnetlerin genellikle
üstyapı ile temel arasına yerleştirilmek suretiyle yapı hakim periyodunun
uzatıldığı, böylece depremin hakim periyodundan uzaklaştırılmak suretiyle
spektral ivmelerin azaltıldığı ve üstyapının tıpkı rijit bir kutu gibi izolasyon
sistemi üzerinde hareket etmesinin sağlandığı bir deprem koruma yöntemidir
(Skinner, Robinson ve McVerry, 1993; Naeim ve Kelly, 1999; Chen, Jiang ve
Lou, 2008). Sismik izolasyon uygulaması neticesinde bir taraftan azaltılan göreli
kat ötelemeleri sayesinde üstyapının bütünlüğü dolayısıyla yapısal ve yapısal
olmayan elemanlar, bir taraftan da azaltılan kat ivmeleri sayesinde yapı içeriği
depremin zararlı etkilerinden korunmaktadır (Komodromos, 2000).
98 Çevre, Şehir ve İklim Dergisi