Page 191 - Çevre, Şehir ve İklim Dergisi - Sayı 1
P. 191

Gamze Kazancı Altınok


               Giriş


               1990’ların başında dünya nüfusunun yaklaşık %15’i şehirlerde yaşıyorken;
            Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine göre 2010 yılında kentsel nüfus oranı
            %50,5’ti (Bai vd., 2005: 55). Tüm dünyada gözlenen yoğun kentleşme süreci ve
            diğer antroposen etkenlerin doğal kaynaklar ve hizmetler üzerindeki etkilerinin
            bir  sonucu  olarak  doğa  (toprak,  su,  toprak  ve  atmosfer)  önemli  ölçüde
            etkilenmektedir  (IPCC,  2007:  37).  Özellikle  insan  faaliyetleri  nedeniyle  sera
            gazı emisyonlarının artışı gibi olumsuz çıktıların, arazi kullanım değişikliklerine
            neden  olarak  iklim  değişikliği  etkilerini  artırdığı  bilinmektedir  (Braganza  ve
            Church, 2011: 17; IPCC, 2011: 33; Mandal vd., 2019: 1713). İklim değişikliği
            etkilerinin  azaltılmasına  yönelik  iklim  değişikliğine  uyum  ve  risk  azaltma
            politikaları  geliştirilmektedir  (Balaban,  2012:  23;  Kazancı  ve  Tezer,  2021:
            302). Genel çerçevede geliştirilen politikalar toplam sera gazı emisyonlarını
            azaltılmasına yönelik ağaçlandırmanın yapılması, kentsel yoğunluğun kompakt
            hale getirilmesi, ulaşım imkânlarının çeşitlendirilmesi, kentte enerji tüketimini
            azaltacak öneriler geliştirilmesi olarak kentsel büyümeyi kontrol altına alarak
            arazi  kullanım  politikalarındaki  değişikliklerin  yönetilmesini  amaçlamaktadır
            (Gleeson  vd.,  2010:  6;  Melia  ve  Barton,  2011:  48;  McEvoy  ve  Wilder,  2012:
            357).  Bir  başka  deyişle,  iklim  değişikliğinden  kaynaklanan  olumsuzlukların
            azaltılmasında  kentsel  büyüme  ve  arazi  kullanım  politikalarının  gözden
            geçirilmesi önem taşımaktadır.
               Kentsel büyümenin, hem iklim değişikliğini hem de küresel-yerel ısınmayı
            tetiklediği literatürde sıklıkla tartışılan konular arasındadır (Cooley vd., 2006:10;
            Hunt ve Watkiss, 2011:27; McEvoy ve Wilder, 2012: 357; EC, 2018: 45).  Başka bir
            deyişle, kentsel büyüme olarak tanımlanan gelişmemiş alanların (doğal alan,
            atıl alan vb.) kentsel alanlara dönüştürülmesi, alanın biyofiziksel özelliklerini,
            ekosistem  servislerini  ve  düzenlemesini  değiştirerek  iklim  değişikliğini
            tetikleyerek  iklim  değişikliği  etkilerinin  artırılmasına  neden  olabilmektedir
            (Melia  ve  Barton,  2011:  48).  Kentsel  büyüme  paradigması,  doğayı  kontrol
            altına almak için herhangi bir sınırlama gerekçesi görmese de, hem kentlerde
            hem  de  doğada  olumsuz  çevresel  etkiler  gözlemlenebilmektedir  (McEvoy
            ve  Wilder,  2012:  359).  Kentsel  büyüme  odağındaki  yaklaşımla  sulak  alanlar,
            habitatın parçalandığı alanlar ve kıyı alanları potansiyel gelişme alanı olarak
            görülmekte  ve  biyolojik  çeşitlilik  kaybı,  ekosistem  servislerinin  yok  olması
            gibi  değişken  çevresel  etkilerle  potansiyel  kentsel  büyüme  alanı  olarak
            görülmektedir (Cooley vd., 2006:11; Johnson, 2001:4; Haase vd., 2013: 6).
               Yukarıdaki bilgiler ışığında, doğal iklim değişikliğine ek olarak, antropojenik
            faktörlerin iklim değişikliğinin etkilerini artırdığı bilinmektedir (IPCC, 2007: 24).
            Antropojenik  faktörler,  sera  gazı  emisyonlarını  artırdığı  için  iklim  değişikliği
            etkileri arasında yer alan kentsel ısı adası etkisi, taşkınlar, aşırı hava olayları



            176  Çevre, Şehir ve İklim Dergisi
   186   187   188   189   190   191   192   193   194   195   196