Page 24 - Çevre ve Şehir Dergisi - Sayı 13
P. 24




YABANCILAŞMA,








ÖTEKİ VE ŞEHİR















MUSTAFA KARAOSMANOĞLU

Yabancılaşmak, kendini olmadık
bir biçimde yakalayıp, ters yüz
edilmiş bir ana işaretlemek demek.
Yabancılaşmak, bilindik bir yapıdan
bilinmedik bir ‘kendi’ne yolculuk etme
hali veya isimden lakaba geçmenin
kararsız çizgisinde dengesiz bir
müdafaa şekli. Zamanı kendi ağırlığına
ram eden, mekânı bile kararsız bir
dengenin her vakit dağılacak unsuru
haline getirebilecek olan bir süreç.
‘Ben’in ötekileşmeye doğru yırtılan Peki, tehlike yeterli bir şey
yalnız koşusu. ‘Başka’da kaybolmuşluğun meçhul doğasında, Yabancılaşma, mi yabancılaşmak için? Tabii
tekinsiz ve istemsiz bir yekinme, garip bir refleks. insanın ki hayır. Yabancılaşmanın
Evet acıtan bir şey. Sabahı olmayan yalancı bir fecir. O halde kim beklenmedik tehlikesi, bilinmezliği
yabancılaşabilir? Tabii ki insan. Yani bu ruhsal dalgalanmalara de sarıp sarmalayan bir
ve dağılmalara açık olan, kendini uçarı, kendini marjinal ilan yol haritası. Her tehlike. Pek tanıdık değil.
edip de normal bir vasatta ikamet ettiğini düşünen bu varlık, Sonucu kestirilemeyen
insandan başkası değil. Yabancılaşma insana mahsus bir şey. dönemeçte ondan bir heyula; müphem ve
Yoksa başka bir şeyin yareni olacak kadar uzakta değil bize. bir işaret görmemiz korkutucu. Sonuçtan
Ateşin üşüttüğünden bahsetmek, sesin yerçekimine maruz baktığımızda varlığı bile
kaldığını söylemek, başka bir varlık için mümkün mü? mümkün. Her tarafta potansiyel bir tehdide açık
hale getirmesine rağmen, ilk
İnsan kırılgan bir varlık; korkan, sevinen, ıstırap duyan biri. onun izleri var. elden var oluşumuza ortadan
Tehlikeli ve bir o kadar da tehlikeye açık. En önemlisi bütün kaldırmaya yönelik bir şiddeti
bunlar olurken kendinin farkında olması. Yaşasın irade içeriyor. İliklerinize kadar ürperiyorsunuz, şehrin tanıdık hiçbir
dediğimiz her yerde; sizi bir başkalaşımın kucağına atan bir mobilyası kalmadı zihninizle örtüşecek, muhayyilenizde nesneye
elindeliği de kendi hayatınıza katmış oluyorsunuz. Riskin bir karşılık gelecek tanıdık bir yüz yok. Gittikçe uzaklaşıyorsunuz,
ayağı zirvede, diğer ayağı ise bataklığa kadar uzanıyor. Tehlike nağmelerinizle, sevginizle, düşüncelerinizle, etinizle
her yandan sarıyor insanı. Başka bir insanda tehlike var; doğada kemiğinizle ve en tehlikelisi kendinizle bile kendinizden hızla
tehlike var, duygularda, düşüncelerde ve dahi sevgide bile bir uzaklaşıyorsunuz. Şehir bunu imkanlı kılıyor size.
tehlike mevcut. Tehlike insan için; zamanın mekanla örtüşen
koordinatlarında beklemediklerinin toplamı değil mi? Derrida Ne kadar ilk halimizden uzaklaşıyorsak o kadar
söylemin şiddetinden bahsediyor. Kelimeden kelimeye yönelen yabancılaşıyoruz. “Senin kalbinden sürgün oldum ilkin, bütün
bir tehdit var demek, insan baştan ayağa söz, bir söz dizimiyse sürgünlüklerim bir bakıma sürgünün bir süreği” dizelerinde
ve bu haliyle söylemin karşısındaysak, şiddet bize de yönelmiş Sezai Karakoç, insanın varlığa ve varoluşa yönelik tehdit
demektir. Nereden mi, pek tabii ki apartmandan, bulvarlardan, algısının söze dönüşen ilk dizesinde tehdidin varlıksal, ikinci
caddeden şehrin açık yapılarından, kapalı bütün imgelerine dizedeki tehdidin ise ikincil ve de varoluşsal bir yabancılaşma
kadar her yerden. olduğunu eşsiz bir şekilde ortaya koyuyor. O zaman ‘sürgün’de


24 | ÇEVRE ve ŞEHİR | OCAK 2013
   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29